Ebru'nun çocukluğu tuvaller, kitaplar, hayvanlar, üniversiteler, amfiler arasında geçer. Ne kadar yoğun olurlarsa olsun her konuda babasının sevgisini desteğini alarak büyür. Ama annesiyle arasında her zaman bir iktidar savaşı olmuştur.Ebru teoride çok iyi bir anne olmuştur, ancak pratikle alakası yoktur. Bu arada da büyüdüğüne kanaat getirdiği kızlarını biraz ihmal eder. Ebru bir günde öğrenecektir ailesinin aslında hiç de sandığı gibi mükemmel olmadığını... Kendisine yalan bir dünya kurduğunu.. En güvendiği kocasının aslında ona bir yabancı olduğunu sadece bir günde öğrenecektir.
Babası Yusuf, dedesi Aşit ve onun babası da.. Hepsi Gaziantep'in ünlü sedef kakma ustalarıdır. Fırat'ın çocukluktan beri ilk oyuncaklarıdır sedef parçaları, tahtalar, çekiç, macun... Fırat erken yaşta babası Yusuf'u ve annesi Berivan'ı bir tren kazasında kaybeder.Fırat sert bir öğretmendir. Hayatında hep yaptığı gibi, yanlışlarını direk ve sert bir dille gençlere söyler. Bahane kabul etmez, şımarıklığa tahammülü yoktur. Fırat hayatta doğru bildiğini direk ve olduğu gibi konuşmanın erdemine inanır. Gençler bu az konuşan, sert ama mert adamı severler ve sayarlar. Gençler, sedef kakarken alttan alta hayat dersi aldıklarını fark etmeden dönerler her akşam evlerine. Fırat bu delikanlılara bir umut vermektedir, bir altın bilezik. Ama Gaziantep'in çarşısında bile dükkanlar kan ağlamaktadır. Ne yapan kalmıştır ne de satın alan. Yapılan sandıklar, aynalar, fiskos masaları, mücevher kutuları depolarda çürümektedir. Fırat bir yolunu bulup, fırsatlar diyarı İstanbul'a ulaştırmalıdır bunları.
6 yaşında öksüz ve yetim kalmış, kim baksa yüzüne ah kadersiz demiş. Güzelliği dillere destan, adı gibi narin ve kırılgan. Küçük yaştan beri kendisine acıyarak bakan gözlere alışarak büyür Narin, kendi de kendine acır hale gelmiş. Hayatta hep kaybeden olmuş. O da bir süre sonra kendini kadersiz beller, buna inanır. Abisinin kanatları altında, kendi dünyasında, sessizce büyür. İçine kapanık ve hassas yapısı, herkesle kolay ilişki kurmasına izin vermez. Zaten ona da öyle öğretilir hayat. Sessiz ol arsız demesinler!
Kendal, Halfeti'nin ağası Mehdi'nin ilk çocuğu olarak davullarla zurnalarla kurbanlarla kutlanarak dünyaya gelir. Mehdi oğullarına daha küçük yaşlarından itibaren güçlü olmayı, erkek olmayı ve bu topraklara yaraşır ağalar olmakla ilgili herşeyi öğretmek ister. Babasının Murat'ı daha çok sevdiğine emin olan Kendal'ın öfkesi hiç dinmeyecektir. Babasının ölümüyle tek otorite haline gelir, ağa olur. Murat'ın da işlerinin kötü olduğu haberi gelir. Bu Kendal'ı daha da keyiflendirir. Hatta Murat'ın gelip artık ondan para istemesi de egosunu okşar. Kendal başarmıştır. Ailesi ve halkının kahramanı odur artık.
Kadriye her doğulu kadın gibi göz yaşını içine akıtarak acısını yaşayan bir kadındır. Onun gibi bir ağa karısının, ağlamak gibi bir zayıflığı asla olmamalıdır. Kadriye'nin yufka yüreği biraz olsun bu acılarla taşlaşsa da, hiç bir zaman içindeki anaçlık ve sevgi tam anlamıyla körelmemiştir. Kadriye tam bir Anadolu kadınıdır. Gerektiğinde sert, evine sahip çıkan, çocuklarının anası, kocasına sonsuz itaat eden, ele güne karşı ailesine laf söylettirmeyen bir kadın...
Murat, Halfeti'de ailesinin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. 5 kardeştirler.Murat küçüklüğünden beri kendisini ailesine tam olarak ait hissedememiştir. Okuduğu kitaplardan etkilenerek hep başka dünyalarda yaşamak istemiştir. Kendisini bir proje gibi baştan aşağı yeniden tasarlar. Ama fark edemediği şey şudur ki ekşi hamurdan baklava olmaz. Murat hayatını, geçmişini, ailesini ve geleceğini Fırat'ın azgın sularına bıraktığında, bütün taşların yerinden oynayacağını bilerek arkasında sır dolu bir hayat bırakır.
Baran sert ve hoyratlığının yanında anasına sevgisini göstermekten hiç kaçınmaz. Narin'e çok düşkündür. Anasının bir damla gözyaşı dökmesi onu kahreder. Annesini kimsenin üzmeye hakkı yoktur ona göre. İstanbul'u ne kadar merak etse de, o babası gibi değil amcası gibi bu topraklara ait olmayı istemektedir. İstanbul'a ve insanlarına önyagıyla bakar, “Ne gideceğim oralara, oradakiler hep yozlaşmış, sütü bozulmuş insanlar. Oralarda insanlık ölmüş, biz buralarda örfü adeti baş tacı ediyoruz” der. Her fırsatta İstanbul'u kötüler. Onun hayali bu topraklarda kalıp amcasının izinden gitmektir.
Maya'nın az ama candan arkadaşları vardır. Sessiz ve içe kapanık mizacı ve inekliği yüzünden bazen alay konusu olur.Maya sezgileri çok kuvvetli ve gözlemci bir çocuktur. Kendisi huzursuzluk yaratan kişi olmak istemediği gibi, anne ve babalarının onlardan gizlemeye çalıştıkları huzursuzluk verici sırları da anlar. Maya, babasının dönem dönem Halfeti'ye gidişinin sadece işle ilgili olmadığını hisseder.